DEVAM: 75- MERYEM OĞLU
MESİH VE MESİH DECCAL'E DAİR ZİKREDİLENLER BABI
278- (172) وحدثني
زهير بن حرب.
حدثنا حجين بن
المثنى. حدثنا
عبدالعزيز
(وهو ابن أبي
سلمة) عن
عبدالله بن
الفضل، عن أبي
سلمة بن عبدالرحمن،
عن أبي هريرة؛
قال :قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
"لقد رأيتني
في الحجر.
وقريش تسألني
عن مسراي.
فسألتني عن
أشياء من بيت
المقدس لم
أثبتها. فكربت
كربة ما كربت
مثله قط. قال
فرفعه الله لي
أنظر إليه. ما
يسألوني عن
شيء إلا
أنبأتهم به.
وقد رأيتني في
جماعة من
الأنبياء.
فإذا موسى
قائم يصلي.
فإذا رجل ضرب
جعد كأنه من
رجال شنوءة.
وإذا عيسى بن مريم
عليه السلام
قائم يصلي.
أقرب الناس به
شبها عروة بن
مسعود الثقفي.
وإذا إبراهيم
عليه السلام
قائم يصلي.
أشبه الناس به
صاحبكم (يعني
نفسه) فحانت
الصلاة
فأممتهم. فلما
فرغت من
الصلاة قال
قائل: يا محمد!
هذا مالك صاحب
النار فسلم
عليه. فالتفت
إليه فبدأني
بالسلام".
[:-429-:] Bana Züheyr b. Harb'da rivayet etti. (Dediki): Bize Huşeyn
b. El Müsenna rivayet etti. Dediki): Bize Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir —
Abdillah b. Fadl'dan, o da Ebî Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da
Ebu Hureyre'den naklen
rivayet etti, demiş ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Kendimi Hicr'de
Kureyş'te bana İsra'ya götürülmem hakkında soru sormakta iken gördüm.
Kureyşliler bana Beytu'l-Makdis'e ait iyice bellememiş olduğum bazı şeyler
hakkında soru sordular. Bundan dolayı öyle bir sıkıntıya düştüm ki, kesinlikle
onun gibi bir sıkıntıya düşmüş değildim. Sonra yüce Allah onu benim için
kaldırdı ve ben ona bakmaya başladım. Neyin hakkında bana sordularsa ben de
kesinlikle onlara onu bildirdim. Yine kendimi nebilerden bir cemaat arasında
gördüm. Baktım ki Musa ayakta namaz kılıyor. Onun Şenue adamlarından birisi
imiş gibi uzun boylu, etine dolgun bir adam olduğunu gördüm. Meryem oğlu İsa
(aleyhisselam)'ı da ayakta namaz kılarken gördüm. İnsanlar arasında ona en çok
benzeyen kişi Urve b. Mesud es-Sekafi'dir. İbrahim (aleyhisselam)'ın da ayakta
namaz kıldığını gördüm. İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi -kendisini
kastederek- arkadaşınızdır. Sonra namaz vakti girdi, ben de onlara imam oldum.
Namazı bitirince birisi: Ey Muhammed işte bu cehennem'in bekçisi Malik'tir, ona
selam ver dedi. Ben ona (selam vermek için) yönelmişken, ilk olarak bana selam
verdi. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14965
424
– 429
DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın
NEVEVİ ŞERHİ (409 – 429 İÇİNDİR)
: Bu uzun bir bablır. Ben de yüce Allah'ın
izniyle bu babın maksatları arasında yer alan lafızları ve anlamları muhtasar
olarak sırasıyla sözkonusu edeceğim.
Özetle İsra ve Mi'rac :
Kadı
İyaz (rahimehullah) İsra hakkında güzel ve nefis ifadelerle bir özet verip,
şöyle demiştir: İnsanlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemj'in İsra'ya
götürülmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bütün bu halin rüyada olduğu
söylenmiştir. Fakat insanların çoğunluğunun, selefin büyük bir çoğunluğu ile
fakih, muhaddis ve kelamcıların kabul ettikleri hak görüş, İsra'nın cesedi ile
de gerçekleştiğidir. Bu husustaki rivayetler de -onları mutalaa edip araştıran
kimse için- böyle olduğunun delilidir. Bu rivayetlerin zahiren anlaşılan
anlamları da herhangi bir delil bulunmadan bırakılarak başka bir kanaate
yönelmek doğru değildir. Bunların zahir anlamlarına göre kabul edilmeleri
imkansız olmadığından tevile de ihtiyaç yoktur.
İsra'nın Zamanı
Bu
kitapta yer alan Şerik'in rivayet ettiği (412) hadiste ilim adamlarının kabul
etmedikleri birtakım yanılmaları da yer almış bulunmaktadır. Müslim de bu
hususa: "Bazı ifadeleri takdim ve tehir ettiği gibi, bazı fazlalıklar ve
eksiklikler de rivayet etmiştir" diye dikkat çekmiş bulunmaktadır. Bu
kabul edilmeyen ifadelerinden birisi de: "Bu hadise, ona vahiy gelmezden
önce olmuştu" sözleridir. Bu, asla uygun görülmeyen bir yanlışıdır. Çünkü
İsra hadisesinin meydana geldiği zaman ile ilgili olarak bildirilen en erken
zaman Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in peygamber olarak gönderilmesinden on
beş ay sonra gerçekleştiği şeklindedir. el-Harbi ise bu hicretten bir sene önce
rebiu'l-ahir ayının 27. gecesinde gerçekleşmiştir demektedir. ez-Zührı ise isra
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden beş yıl
sonra olmuştur demiştir. İbn İshak da şöyle demektedir: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) isra'ya götürüldüğünde İslam Mekke' de ve kabileler arasında
yayılmıştı. (2/209) Bu görüşler arasında doğruya en yakın görüş ez-Zührı ve İbn
İshak'ın görüşleridir. Çünkü-ilim adamları Hatice (r.anha)'nın Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte kendisine namazın farz kılınışından sonra namaz
kıldığı hususunda ihtilaf etmedikleri gibi, hicretten bir süre önce -üç sene ve
beş sene önce de söylenmiştir- vefat ettiği hususunda da görüş ayrılığı yoktur.
(Şerik'in rivayetindeki hatayı ortaya koyan) bir diğer husus da şudur: İlim
adamlan namazın İsra gecesi farz kılındığı üzerinde icma etmişlerdir. O halde
ona vahiy gelmeden önce İsra nasıl gerçekleşmiş olabilir?
Yine
Şerik'in rivayetinde "o uyuyorken" ibaresi ile diğer rivayette (415):
"Ben Beytin yakınında uyku ile uyanıkhk arasında iken" ibareleri
İsra'yı uykuda görülen bir rüya kabul eden kimseler delil gösterebilirler.
Fakat bunda delilolacak bir taraf yoktur. Çünkü sözü edilen bu hal, meleğin
yanına ilk vardığı sırada meydana gelmiş olabilir. Hadiste anlatılan olayın
tamamında onun uykuda olduğuna delil olacak bir taraf yoktur. Kadı
(rahimehullah)'ın açıklamaları bunlardır.
Şerik'in
rivayeti ile ilgili olarak söylediği bu sözler ile ilim ehlinin buna karşı
çıktıklarını başkaları da ifade etmiştir. Buhari (rahimehullah) da Şerik'in
Enes'ten diye nakledilen bu rivayetini Sahihinin Kitabu't-Tevhid adındaki
bölümünde kaydetmiş ve hadisi uzun uzadıya zikretmiştir. Hafız Abdulhak
(rahimehullah) da "el-Cem Beyne's-Sahihayn" adlı eserinde bu rivayeti
zikrettikten sonra şunları söylemektedir: Şerik b. Ebu Nemir'in Enes'ten
naklettiği bir rivayet olarak bu laflZ ile bu hadiste Şerik meçhulolan bir
fazlalık eklemiş ve bu hadisin rivayetinde bilinmeyen laflZlar zikretmiştir.
İsra hadisini İbn Şihab, Sabit el-Bunani ve Katade gibi meşhur imamlar ile son
derece sağlam rivayet nakleden hafızlardan bir topluluk -yani Enes'ten- rivayet
etmişler ve onların hiçbirisi Şerik'in söylediklerini söylememişlerdir. Şerik
ise hadis alimleri nezdinde haflZ birisi değildir. (Hafız Abdulhak devamla)
dedi ki: Bundan önce geçmiş olan hadisler bu hususta asıl dayanak alınacak
hadislerdir. -Hafız Abdulhak (rahimehullah)'ın sözleri bunlardır.-
Müslim'in
(409): "Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti ... Enes (r.a.)'ın rivayetine
göre" Bu isnattaki ravilerin tamamı Basralıdır. "Fermh" ismi
Arapça olmayıp, munsarıf değildir. Daha önce defalarca açıklanmıştı.
"el-Bunani" ise bilinen bir kabile olan "Bunane"ye nispettir.
Burak
(Aynı
hadiste) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana Burak
getirildi" ifadesindeki "Burak" ile ilgili olarak dilbilginleri
şöyle derler: Burak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İsra gecesinde
bindiği bineğin adıdır. ez-Zebidi Muhtasaru'l-Ayn adlı eserinde ve et-Tahrir
sahibi de şöyle derler:
Burak
nebilerin -Allah'ın salat ve selamları onlara- bindikleri bir binektir. Bu iki
dil aliminin söyledikleri "Burak, bütün nebilerin bindikleri
binektir" iddiasının sahih bir nakle ihtiyacı vardır. İbn Bureyd der ki:
-İnşallah- berk (şimşek)den türemiştir. Bununla hızlı olduğundan dolayı bu
kökten geldiğini kastediyor. Ona bu ismin son derece berrak, parıl parıl
parlaması ve parıldayışı dolayısıyla verildiği de söylenmiştir. Beyaz
olduğundan dolayı ona bu isim verilmiştir de denilmektedir. (2/210)
Kadı
İyaz der ki: Ona iki renkli olduğu için bu ismin verilmiş olduğu ihtimali de
vardır. Çünkü eğer bir koyunun beyaz yünleri arasında siyah bazı teller
bulunuyorsa ona "şatun berka" denilir. Hadiste de beyaz olmakla
nitelendirilmiştir. Onun da berka diye nitelenen koyun türlerinden olması
mümkündür, bu gibi koyunlar da zaten beyaz koyunlar arasında sayılır. Allah en
iyi bilendir.
Beytu'l-Makdis
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ben de ona bindim ... Halkaya
bağladım" ibaresinde geçen "Beytu'l-Makdis" isminin ikisi de son
derece meşhur iki söyleyişi vardır. Bunlardan birincisi fethalı mim ve sakin
kaf, kesreli ve şeddesiz dal ile (el-makdis) şeklindedir, diğeri ise ötreli
mim, fethalı kaf ve şeddeli dal (el-mukaddes) şeklindedir.
el-Vahidi
dedi ki: Dal harfini şeddeli okuyanlara göre "tertemiz edilmiş"
anlamında olur. Şeddesiz okuyanların okuyuşu ile ilgili olarak da Ebu Ali
elFarisi şunları söylemektedir: Bu durumda laflZ ya mastar yahut mekan ismi
olur. Eğer mastar olursa yüce Allah'ın: "Dönüşünüz onadır" (En'am,
60) ve benzeri diğer mastarlar gibi bir anlam taşır. Şayet mekan ismi olursa o
takdirde temizliğin kendisinde bulunduğu yerin evi demek olur. Yahut temizlik
mekanının evi demek olur. Onun tertemiz edilmesi ise putların içinde
bulunmaması ve putlardan uzak tutulmasıdır.
ez-Zeccac
dedi ki: el-Beytu'l-Mukaddes tertemiz edilmiş ev demektir. Beytu'l-Makdis ise
içinde günahlardan temizlenilen yer anlamındadır. Ona İ1ya da denilir. Allah en
iyi bilendir.
"Halka"
kelimesi lam harfi fethalı olarak da okunur. Yunus'un Ebu Amr b. el-Ala'dan
nakletliğine göre fethalı olarak "halaka"nın çoğulu hilak ve halakat
olarak gelir. "Halka" şeklinde lam harfinin sakin okunması halinde
çoğulu halak ve hilak olarak gelir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Bağladıkları halka" ifadesi asıl
yazmalarda bu şekilde zam ir müzekker olarak kullanılmıştır. Bu da halkanın
ihtiva ettiği anlama ait bir zamir olur ki o da "şey" dir. et-Tahrir
sahibi der ki: Maksat Beytu'l-Makdis mescidinin kapısının halkasıdır. Allah en
iyi bilendir.
Burak'ın
halkaya bu şekilde bağlanmasından işlerde ihtiyatlı olanı seçmek, sebeplerle
amel etmek, yüce Allah'a güvenip dayanmanın tam olması şartıyla bunun tevekkülü
olumsuz olarak etkilemeyeceği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Fıtrata Uygun Seçim
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Cebrail bana içinde şarap bulunan bir
kap ile süt bulunan bir kap getirdi. .. " Burada ifadeler muhtasar olarak
geçmektedir. Anlatılmak istenen şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellemı'e: İki kaptan dilediğini seç, denildi. -Nitekim bu, bundan sonra bu
babta Ebu Hureyre'nin rivayetinde açıkça ifade idilmiştir.- Allah Resulüne süt
bulunan kabı seçmesi ilham edildi.
"Fıtratı
seçtin" cevabında yer alan fıtratı
İslam ve istikamet diye açıklamışlardır. Manası -Allah en iyi bilendir- sen
İslam'ın ve istikametin alameti olanı seçmiş oldun, şeklindedir. Sütü n buna alamet
kılınması ise içenler için içimi kolay, hoş, temiz ve boğazdan kolaylıkla geçen
ve afiyet olan bir içecek olmasından dolayıdır. Şarap ise kötülüklerin
anasıdır, hem derhal, hem gelecekte türlü türlü kötülükleri arkasından getirir.
Semalara Yolculuk
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Sonra bizi semaya çıkardı. .. Ona
(gelmesi için davet) gönderildi mi, denildi. O: Evet, ona (davet) gönderildi,
dedi."
(Mi'rac
ile aynı kökten gelen) arece: Çıktı, yükseldi demektir. Kim o, sorusuna Cebraiı,
diye cevap vermesinden, kapıyı çalmak ve benzeri bir yolla içeri girmek isteyen
kişinin uyması gereken ed ep gösterilmektedir. Buna göre kimsin (kim o) denilen
kişinin eğer adı -mesela- Zeyd ise Zeyd demesi gerekir, ben dememelidir; çünkü
hadiste bu durumdaki kişinin ben demesi yasaklanmıştır. Çünkü böyle bir cevabın
bir anlamı yoktur. Semadaki kapı görevlisinin: "Ona gönderildi mi"
sorusundan maksadı İsra için ve semavata yükselmek için ona (davet) gönderildi
mi diye sormaktır. Yoksa bununla peygamber olarak gönderildi mi, ona risalet
verildi mi sorusunu yöneltmek değildir. Çünkü böyle bir hal o zamana kadar onun
için bilinmedik bir durum olamaz. Doğrusu budur. Allah en iyi bilendir.
Hattabi,
Buhari Şerhinde ve onun dışında ilim adamlarından önemli bir topluluk bunun
dışında bir açıklama zikretmemişlerdir. Bununla birlikte Kadı bu hususta bir
görüş ayrılığını sözkonusu etmiş yahut bir görüş ayrılığı olduğuna peygamber
olarak gönderilip, gönderilmediğine yahut sözünü ettiğim husus ile ilgili
olarak soru sormuş olduğuna işarette bulunmuştur.
Kadı
dedi ki: Buradan anlaşıldığına göre semanın gerçek manada pek çok kapısı ve bu
kapılarla görevli bekçileri bulunmaktadır. Ayrıca hadisten içeri girmek isteyen
kimsenin izin istemesi gereği de anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
"Adem
(aleyhisselam) ile karşılaştım. Bana hoş geldin, dedi, bana hayır dua
etti." Sonra ikinci semada: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım. Bana
hoş geldin, dediler ve dua ettiler." (2/212) Sonra da diğer nebiler
-Allah'ın salat ve selamı onlara- buna yakın ifadeler zikretti.
Buna
göre:
1-
Fazilet sahibi kimseleri güler yüzle hoş geldin diyerek ve güzel sözlerle
karşılamalı, dua eden kişiden daha faziletli olsalar dahi onlara dua etmelidir.
2-
Bir kimseyi yüzüne karşı -kendisini beğenip, böbürlenmeyeceğinden ve diğer
fitne sebeplerinden emin olması şartıyla- övmek caizdir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım"
ibaresiyle ilgili olarak el-Ezheri şöyle der: İbnu's-Sikkit dedi ki: Bu ikisi
amca çocuklarıdır denilir ama bu ikisi dayı çocuklarıdır denilmez. Bu ikisi
teyze çocuklarıdır denilir fakat bunlar hala çocuklarıdır denilmez.
"İbrahim
ile -sırtını el-Beytu'l-Ma'mur'a dayamış olduğu halde- karşılaştım. " Kadı
İyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu kıbleye yaslanmanın ve sırtını kıbleye dönmenin
caiz olduğuna delil gösterilir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sonra beni es-Sidretu'l-Münteha'ya kadar
götürdü." Asıl nüshalarda bu şekilde elif lam'lı olarak (2/213)
"essidre" şeklindedir. Bundan sonra gelecek rivayetlerde ise (elif
lam'sız olarak) "sidretu'l-münteha" şeklindedir. İbn Abbas,
müfessirler ve başkaları şöyle der: Ona sidretu'l-münteha deniliş sebebi
meleklerin ilminin oraya kadar varıp, orada son bulmasıdır. Onu Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'den başka hiçbir kimse aşıp ileriye gitmiş
değildir. Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan nakledildiğine göre buna bu ismin
veriliş sebebi yüce Allah'ın emri olarak yukarısından inenlerin de, aşağısından
yükselenlerin de son olarak oraya varmalarından dolayıdır.
"Meyvelerinin
testiler gibi olduğunu gördüm." el-Kilal "kulle"nin çoğuludur.
Bu da iki ya da daha fazla kırba su alan büyük testiye denilir. (2/214)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Rabbimin yanına döndüm"
yani ilk olarak onun ile konuştuğum yere döndüm ve orada onunla ikinci defa
konuştum, demektir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şam yüce ve mübarek Rabbim ile Musa
(aleyhisselam) arasında gidip gelmeye devam ettim" ifadesi de yüce Rabbim
ile konuştuğum yer arasında gidip geldim, demektir. Allah en iyi bilendir.
Bu
hadisten sonra (bazı nüshalarda yer alan): "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki: Bize
Ebu'l-Abbas el-Masercisi tahdis etti" dedikten sonra "bize Şeyban b.
Ferruh tahdis etti, bize Hammad b. Seleme tahdis etti" deyip, bu hadisi
nakletmesine gelince, burada adı geçen Ebu Ahmed el-Culudi nispetli olup,
kitabı İbn Süfyan'dan, o Müslim'den diye rivayet eden kişidir. Bu hadisi bir
ravi farkıyla ali isnat ile rivayet etmiştir. Çünkü bunu önce İbn Süfyan'dan, o
Müslim'den, o Şeyban b. Ferruh'tan diye rivayet ettikten sonra
el-Masercisi'den, o Şeyban'dan diye rivayet etmektedir. el- Masercisl'nin adı
Ahmed b. Muhammed b. el-Huseyn en-Neysaburi'dir.
Masercisi
nispetinde sin harfi fethalı, ra sakin, cim kesrelidir. Dedesi Masercis'e
mensuptur. Buradaki ek bilgi "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki" ibaresinden
itibaren olan kısımdır. Bu kısım ise bazı asıl nüshalarda haşiyede
kaydedilirken, çoğunluğunda kitabın kendisinde yer almaktadır. Her ikisinin de
açıklanabilir tarafı vardır. Bu ibareyi haşiyede yazan kimselerin bu yaptığı
açıkça anlaşılan ve tercih edilendir. Çünkü bu ibare Müslim'in sözü değildir,
kitabından da değildir. Bu sebeple kitabın içerisine girmez ama bu ek bir
bilgidir. Dolayısıyla bunun haşiyede yazılması gerekir. Bunu kitabın kapsamına
sokanların ise kitabın Abdulgafir el-Farisi'den, onun hocası el-Culudl'den
nakletmiş olması dolayısıyladır. Bu fazlalık da Şeyh el-CuIudi'nin sözüdür.
Bundan dolayı Abdulgafir bunu el-Culudl' den almış olduğu rivayetlerin arasında
yer aldığından ötürü kitabın içerisine koyarak nakletmiş bulunmaktadır. Üstelik
bunda herhangi bir karışıklık ve Müslim'in aslından olduğuna dair bir vehim
uyandıran bir taraf da yoktur. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in Göğsünün Yarılması Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (410): "Göğsüm açıldı sonra Zemzem suyu ile yıkandı
sonra indirildim. " Şerh, bundan sonraki rivayette belirtileceği gibi
yarmak demektir. "Sonra indirildim" kelimesini bu şekilde birinci
tekil şahıs olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (2/215) Bütün asıllarda ve nüshalarda
da böyle olduğu gibi Kadı lyaz (rahimehullah) bütün rivayetlerden de böyle
nakletmiştir. Anlamı kapalı ve ihtilaflıdır. Kadı dedi ki: el-Vakşi bu
ravilerin bir yanılmasıdır denilmiştir. Doğrusu terk edildim olup, tashife
uğramıştır. Kadı lyaz dedi ki: Ben bunu İbn Serrac'a sordum, şöyle dedi:
İndirildim sözlükte bırakıldım demektir ve bu doğrudur, bunda bir tashif
yoktur. Kadı dedi ki:
Sonra
bunun indirildim ile ilgili bilinen anlam ile de doğru olduğunu anladım. Çünkü
yukarı kaldırıldım demenin zıttıdır. O şöyle demiştir: Beni Zemzeme götürdüler,
sonra indirildim; yani sonra ben kaldırılıp, taşındığım yere geri getirildim
demektir.
(Kadı
devamla) dedi ki: Ben bunu araştırmaya devam ettim. Sonra da Hafız Ebu Bekr
el-Burkani'nin rivayetinde bu husustaki apaçık şekli tespit ettim. O da bunun
bir hadisin bir bölümü olduğudur. Tamamı ise şudur:
"Sonra
içi hikmet ve iman ile dolu altından bir leğenin üzerine indirildim." Kadı
İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. el-Burkani'nin
rivayetinin gereği olarak "indirildim" anlamındaki fiilin lam harfi
fethalı ve te harfi sakin okunmalıdır (anlamı indirildi olur). Nitekim biz bunu
el-Humeydi el-Cem Beyne's-Sahihayn adlı eserinde böylece harekelemiş
bulunuyoruz. el-Humeydi de el-Burkani'nin rivayetinden sözkonusu edilen bu
fazlalığı nakledip, şunları söylemektedir: Bunu el-Burkani, Müslim'in senediyle
rivayet etmiştir. el-Humeydi de böylelikle Müslim'in rivayetinin eksik olduğuna
ve el-Burkani'nin naklettiği fazlalıkla bunun tamamlandığına işaret etmiş
olmaktadır.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (411): "Sonra onu altından bir leğen
içinde Zemzem suyu ile yıkadı, sonra da onu bir araya getirdi." Leğen
bilinen bir kap adıdır. Onu bir araya getirdi, bir bölümünü diğerinin yanına
getirip ona kattı, demektir.
Hadisin
bu ifadelerinde bizim için altın kapları kullanmanın caiz olduğu izlenimini
verecek bir taraf yoktur. Çünkü bu, meleklerin yaptıkları bir iş ve kullandıkları
bir şeydir. Onların hükümlerinin bizim hükmümüzle aynı olması gerekmez. Diğer
taraftan bu iş Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in altın ve gümüş kapları
kullanmayı haram kılmasından önce olmuştu. (2/216)
Hadisteki
"zı'r" sütanne demek olmakla birlikte sütannenin kocasına da aynı
isim verilir.
"Rengi
solmuş olarak onunla karşılaştılar." Onu gördüklerinde rengi değişmişti.
el-Cevheri burada keder yahut korkudan dolayı değişmesi anlamındadır, diye
açıklamıştır.
"Göğsünde
iğnenin izini görüyordum." Bu ifadelerde erkeğin başka bir erkeğin göğsüne
bakmasının caiz olduğuna delil vardır. Bunun caiz oluşunda görüş ayrılığı
yoktur. Aynı şekilde göbeğinin yukarısı ve dizkapağının altına da bakması-
-şehvet ile bakması hali dışında- caizdir; çünkü kocanın zevcesine ve
cariyesine ve onların da ona bakması dışında bütün Ademoğullarına şehvetle
bakmak haramdır. Ancak kendisine bakılan kişi tüysüz ve güzel yüzlü birisi ise
şehvetli olsun olmasın onun yüzüne ve sair bedenine bakmak haramdır. Alışveriş,
tedavi, öğretmek ve buna benzer bir ihtiyaç, dolayısıyla olması hali
müstesnadır. Allah en iyi bilendir.
Müslim'in
(412): "Bize Harun el-Eyli tahdis etti" ile (413) "bana Harmele
et-Tudbi tahdis etti" isimleri ile ilgili okuyuşun nasılolacağı defalarca
geçmiş ve "el-Eyli" nispetinin ye ile "et-Tudbi" nispetinin
de te harfi ötreli ve fethalı okunabileceğini belirtmiş, bunun aslını ve
harflerinin harekelerini mukaddimede tespit etmiş idik. (2/217)
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (413): "Hikmet ve iman ile dolu altından
bir leğen getirdi ve onu göğsüme boşalttı." Leğen kelimesi müennestir.
"Dolu" anlamındaki lafzın müzekker olarak gelmesi ise müzekker olan
anlamına binaendir. İhtiva ettiği anlam ise leğenin bir kap olmasıdır.
"Onu boşalttı" zamiri ise lafzına göre müennes olarak gelmiştir. İman
kitabının baştaraflarında iman ile ilgili açıklamalar geçtiği gibi,
"hikmet Yemenlidir" hadisinde de hikmete dair açıklamalar geçmişti.
"Onu
boşalttı" ibaresindeki zamir açıkladığımız gibi leğene aittir. Ama et-Tahrir
sahibi o zamirin hikmete ait olduğuna dair bir görüş de nakletmektedir. Böyle
bir görüşün her ne kadar açıklanabilir bir tarafı varsa da daha güçlü olan
bizim yaptığımız açıklamadır. Çünkü zamirin leğene ait olması halinde imanın ve
hikmetin (göğsüne) boşaltıldığına dair açık bir ifade olur. Ama onun
açıklamasına göre imanın boşaltılması sözkonusu edilmemiş olur. Allah en iyi
bilendir.
İman
ve hikmetin bir kapta konulup, boşaltılmalarına gelince -bunlar manevi şeyler
olup, sözü edilen vasıflar da cisimlere ait oldukları halde- anlamı -Allah-u
alem- şudur: O leğende kendisiyle imanın ve hikmetin kemali ve artışının
gerçekleşeceği bir şey vardı. İkisinin bu haline sebep olduğu için ona iman ve
hikmet denilmiş oldu. Bu da en güzel mecazi ifadelerden birisidir. Allah en iyi
bilendir.
Adem (aleyhissehim) ve Çocukları
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sağ tarafında siyah kararlılar bulunan
bir adam gördüm. " buyruğundaki siyah karartılar, soyundan gelecek
evlatlarının ruhları olarak açıklanmıştır. Dilciler "sevad:
siyahlık"ın kişi, şahıs demektir, diye açıklamışlardır. Topluluklar,
cemaatler demek olduğu da söylenmiştir.
"Nesem:
ruh, can" ile ilgili olarak Hattabi ve başkaları şöyle demişlerdir:
Bu
insanın nefsidir, maksat Ademoğullarının ruhlarıdır.
Kadı
İyaz (rahimehullah) bu hadis hakkında şöyle diyor: O (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Adem (aleyhisselam)'ı ve cennet cehennem ehlinden olan çocuklarının
ruhlarını buldu. (2/218) Halbuki kafirlerin ruhlarının Sicdn'de olup bunun
yedinci arzda, onun da altında olduğu, bir zindanda olduğu belirtildiği gibi,
müminlerin ruhlarının da cennet içinde nimetlendikleri belirtilmiştir. Adem
(a1eyhisselam)'a zaman zaman ruhların ona arz edilmesi ve Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in yanından geçtiği sırada o ruhların ona arz edildiği zamana
denk gelmiş olması ihtimali olduğu gibi, ruhlarının cehennemde ve cennette
olmasının da bazı vakitlerde böyle olup, bazı vakitlerde böyle olmama ihtimali
de vardır. Yüce Allah'ın: ''Ateştir o, sabah akşam ona arz olunurlar"
(Mu'min, 46) buyruğu buna delil olduğu gibi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in müminin cennetteki yerinin kendisine arz edildiğine dair buyruğu ve
yeri arz edilirken: Allah seni oraya diriltip gönderinceye kadar senin
konaklayacağın yer burasıdır denilmesi buna delildir. Bir diğer ihtimale göre
de cennetin Adem (aleyhisselam)'ın sağ tarafında, cehennemin de sol tarafında
olmasıdır. Her ikisi Allah'ın dilediği yerdedirier. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sağına doğru bakınca güler, soluna
doğru baktığı zaman da ağlardı" ifadesinden babanın çocuğuna şefkati,
çocuğunun durumunun güzelolması ile sevindiği, halinin kötü olmasından ötürü de
üzülüp ağladığı anlaşılmaktadır.
Bazı
Peygamberlerin Semadaki Makamları ve Mirac'da Rasulullah'a Hitapları
Aynı
rivayette "İbrahim (aleyhisselam)'ı da altıncı semada buldu"
ifadesine gelince; diğer rivayette ise yedinci semada olduğu geçmişti. Eğer
İsra iki defa olmuşsa bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Her birisinde onu
bir semada bulmuş ve bunlardan biri onun asıl kaldığı yer iken diğeri ise onun
yurt edindiği yeri değildir, demektir. (2/219) Şayet İsra bir defa gerçekleşmiş
ise, onu altıncı semada bulduktan sonra İbrahim (aleyhisselam)'ın yedinci
semaya da yükselmiş olması ihtimali vardır. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İdris (aleyhisselam) hakkında: "Salih
nebiye ve salih kardeşe merhaba" dediğini söylemesine gelince, Kadı İyaz
(rahimehullah) dedi ki: Buradaki bu ifadeler nesep ve tarih bilginlerinin
İdris'in Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atalarından olduğunu ve onun Nuh
(aleyhisselam)'ın büyük dedesi olduğunu, Nuh'un Lamek b. Müteveşlih b. Hanuh
olduğuna dair bilgilerine aykırıdır. HanCıh ise onlara göre İdris b. Yered b. Mehlayll
b. Kaynan b. Enuş b. Şit b. Adem (aleyhisseıam)'dır. Bu isimlerin sayımında
olsun, zikrettiğimiz şekilde sıralamasında olsun aralarında bir görüş ayrılığı
yokn,.ır. Ancak onlar bazı isimleri n zaptında ve telaffuz şeklinde ihtilaf
etmişlerdir.
Burada
babalarından olan İbrahim ve Adem'in cevabı ise: Salih evlada merhaba şeklinde
iken, İdris'in cevabı Salih kardeşe merhaba şeklinde olmuştur. Tıpkı Musa, İsa,
Harun, Yusuf ve Yahya'nın dedikleri gibi. Bunlar da Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in babaları değildir. -Allah'ın salat ve selamları hepsine-
İdris hakkında onun İlyas olduğu da söylenmiştir. İlyas ise Nuh'un dedesi
değildir; çünkü İlyas, İbrahim (aleyhisselam)'ın soyundandır ve o Resul olarak
gönderilmişlerdendir. İlk Resul ise şefaat hadisinde geçtiği üzere Nuh
(aleyhisselam)' dır. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın ifadeleri bunlardır.
Bununla
birlikte bu hadiste İdris (aleyhisselam)'ın Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in babalarından birisi olmasının önünde bir engel yoktur. Çünkü ona
salih kardeş diye hitap etmesini kibarlık ve edep olmak üzere söylemiş olması
ihtimali vardır; çünkü o her ne kadar onun evladı ise de aynı zamanda
kardeşidir de çünkü nebiler de, müminler de kardeştir. Allah en iyi bilendir.
(414)
"İbn Abbas ve Ebu Habbe el-Ensari dedi ki. .. " Ebu Habbe ha ve be
olup, bunu burada böylece tespit ettik. Bunun okunuşu ve adının ne olduğu
hususunda görüş ayrılığı vardır. (2/220) Çoğunluğun kabul ettiği daha sahih
olan "Habbe" şeklinde belirttiğimiz gibi be ile olduğudur, ye ile
"Hayye" olduğu söylendiği gibi, nun ile "Hanne" olduğu da
söylenmiştir. Bu da Vakidi'nin görüşüdür. İbn Şihab, ez-Zühri'den de bu kanaat
rivayet edilmiştir.
Ebu
Habbe'nin adı hakkında da ihtilaf edilmiştir. Amir'dir denildiği gibi Malik ve
Sabit olduğu da söylenmiştir. İttifakları ile Bedir'e katılmıştır, Uhud günü
şehit olmuştur. İmam Ebu'l-Hasan İbnu'l-Esir el-Cezeri (rah:.nehullah) künyesi
ile ilgili üç görüşü ve ismi ile ilgili farklı kanaatleri Marifetu' s-Sahabe
(r.a.um) adlı eserinde zikretmiş ve bunları oldukça doyurucu bir şekilde
açıklamış bulunmaktadır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in Yükseldiği Yer
Resulullah
(sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Nihayet kalemlerin gıcırtılarını
duyduğum bir yüksekliğe kadar çıktım. "
"Yükseklik:
Musteva" ile ilgili olarak Hattabı: Bundan kasıt çıkılan, yükselinen
yerdir. Düz yer diye de açıklanmıştır. Kalemlerin sesi (gıcırtısı) yazarken
Çıkardıkları ses demektir. el-Hattabi dedi ki: Bu meleklerin yüce Allah'ın
hükmü ve vahyi olarak yazdıklarından ve Levh-i Mahfuz'dan istinsah ederek
yazdıklan yahut yüce Allah'ın bu türden yazılıp, emir ve tedbirinden murad
ettiğinin yükseltilmesini dilediği şeyleri yazarken (kalemlerinin) çıkardıklan
seslerdir.
Levh-i Mahffiz ve Onda Yazılı Olanlar
Kadı
lyaz dedi ki: Bu buyrukta ehl-i sünnetin bu husustaki şu kanaatinin doğruluğuna
delil bulunmaktadır: Vahyin, yüce Allah'ın kitaplarında, Levh-i Mahfuz'dan da
kaderlerin ve dilediği her bir hususun -keyfiyetinin nasıl olduğunu ancak yüce
zatının bildiği kalemlerle- Allah'ın kitabındaki ayetlerle sahih hadislerin
belirttiği üzere yazıldığına iman edilir. Bu hususta gelen buyruklar
zahirlerinden anlaşılan anlamlarıyla kabul edilir. Fakat bunun keyfiyetini,
şeklini ve cinsini ancak yüce Allah'ın bildiği yahut bu türden hususlara kısmen
bilgi sahibi kıldığı melekleri ve Resulleri dışında kimse bilemez. Bütün bu
hususları tevil edip, zahirlerinden uzaklaştıranlar sadece bakışları yetersiz
ve imanları zayıf kimselerdir. Çünkü tertemiz şeriat bunu böylece ifade
etmiştir. Akli deliller de bunun imkansızlığını ortaya koymamaktadır. Şanı yüce
Allah neyi dilerse yapar, neyi murad ederse o hükmü koyar. Bu yüce Allah'ın
hikmetinin bir gereğidir ve gaybından dilediği kadarını meleklerinden ve diğer
yarattıklarından dilediği kimselere de açıklar, yoksa onun ne yazmaya ihtiyacı
vardır, ne de hatırlamaya. O her türlü eksiklikten yüce ve münezzehtir.
Kadı
lyaz (rahimehullah) der ki: Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diğer
nebilerin -Allah'ın salat ve selamı hepsine olsun- mevkilerinin üstüne
yükselmesi ve göklerin meleklitunda ulaştığı yere kadar ulaşması, derecesinin
yüksekliğine ve üstün bir faziletinin bulunduğuna açık bir delildir.
el-Bezzar,
İsra ile ilgili Ali (kerramallahu vecheh)' den bir haber rivayet etmiş ve
Cebrail (aleyhisselam)'ın hicabın yanına gelinceye kadar yol aldığını
belirtmiştir. Bazı sözlerden sonra da şunları söylemiştir: Hicabın arkasından
bir melek Çıktı. Cebrail dedi ki: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben
yeri itibariyle yaratılmışların en yakını olduğum halde yaratıldığımdan bu yana
bu meleği görmüş değilim. Bir başka hadiste de (2/221): Sonra Cebrail benden
ayrıldı ve sesler kesildi, onları duyamaz oldu.
Kadı
İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Yüce Allah en iyi
bilendir.
Beş Vakit Namazm Farz Oluşu
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yüce Allah ümmetime elli vakit namaz
farz kıldı. .. Bunlar beş vakittir ama elli demektir buyurdu." Burada
zikredilenler bundan önceki rivayette Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem}'in:
"Benden
beş vakit indirdi" diye anlattıklarına muhalif değildir. Burada
"yarısını indirdi" ifadesinden kasıt birkaç defa başvurması üzerine
indirdiğidir. Zahiren anlaşılan budur.
Kadı
İyaz (rahimehullah) dedi ki: Burada şatr (yarı)dan kasıt cüzdür. O da beşte
birdir yoksa bundan kasıt (ellinin) yarısı değildir. Kadı lyaz'ın bu açıklaması
ihtimal dahilindedir, ama böyle bir açıklama yapmak zorunluluğu da yoktur.
Çünkü bu ikinci hadis muhtasar bir hadistir. Hadiste defalarca gidip geldiği
sözkonusu edilmemiştir. Allah en iyi bilendir.
İlim
adamları, bu hadisi bir şeyin fiilen işlenmesinden önce nesh edilmesinin caiz
olduğuna delil göstermişlerdir. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra beni götürdü. Nihayet
sidretu'l-münteha'ya kadar geldik" ibareleri bu şekilde asıl nüshalarda
"geldik" şeklindedir. Bazı asıllarda ise "geldi"
şeklindedir. Her ikisi de doğrudur.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra cennete girdirildim. Orada inci
tepeleri gördüm." "Cenabiz" kubbeler anlamındadır, tekili
"cunbuze"dir. Buhari Sahihinin Kitabu'l-Enbiya adındaki bölümünde de bu
laflZ böylece zikredilmiştir. Buhari'nin Kitabu's-Salah adlı bölümünün baş
tarafında ise "habail" diye geçmektedir. Hattabi ve başkaları bu bir
tashiftir demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Lu'lu':
İnci" demek olup ne olduğu bilinmektedir. Bu hadiste ehl-i sünnetin cennet
ve cehennem şu anda yaratılmışlardır, cennet semadadır şeklindeki görüşünün
lehine delalet bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
(415)
"BizeMuhammed b. el-Müsenna tahdisetti ... Malikb. Sa'saa'dan."
Ebu
Ali el-Gassani dedi ki: Bu hadis İbn Mahfm ve Ebu'l-Abbas er-Razi' nin, Ebu
Ahmed el-CuIOdi' den rivayetinde bu şekildedir. Başkasında ise Ebu Ahmed'den, o
Katade'den, o Enes b. Malik'ten, o Malik b. Sa'saa'dan herhangi bir şüphe
ifadesi kullanmaksızın rivayet edilmiştir. Ebu'l-Hasan edDarakutni dedi ki: Bu
hadisi Enes b. Malik'ten, Malik b. Sa'saa'dan diye Katade' den başka rivayet
eden yoktur. Allah en iyi bilendir.
Ümmeti En Çok Nebi
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam) hakkında: "Onun
yanından geçince ağladı. .. " sözlerinin anlamı -Allah en iyi bilendir-
şudur:
Musa
kavminin sayıca çok olmasına rağmen aralarından iman edenlerin azlığına
üzülmüştür. Onun ağlayış ı buna göre onlar için üzüldüğünden Nebimiz
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de uyanlarının çokluğuna gıpta edip,
imrenmesinden dolayı olmuştur. Hayırlı işlerde gıpta sevilen bir şeydir. Burada
onun bu imrenmesinin anlamı, ümmeti arasından iman edenlerin bu ümmet gibi
olmasını arzu etmiş olmasıydı, yoksa Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in böyle
bir ümmeti olmaksızın bu kadar bir ümmetin kendisine uymalarını arzu etmesi
şeklinde değildi.
Kısacası
maksat şudur: O ancak kavmine üzüldüğünden ve itaatten geri kalmaları sebebiyle
pek büyük fazileti ve pek muazzam sevabı kaybettiklerinden ötürü ağlamışlı.
Çünkü bir hayra çağırıp da insanlar onun çağırdığı o hayır ile amel ederlerse o
kimseye onların ecirlerinin aynısı verilir. Nitekim sahih hadislerde böyle
gelmiştir. Böyle bir hal için de gerçekten ağlanır ve böyle bir imkan
kaybedildiği için de üzülmeye değer. Allah en iyi bilendir.
Ravinin:
"Allah'ın Nebisi ... dört ırmak gördüğünü de anlatlı ... Açıktakiler ise
Nil ve Fırat'lır." Sahih-i Müs!im'in asıl nüshalarında bu şekilde:
"Diplerinden çıkan" şeklindedir. Maksat ise Sahih-i Buhari' de ve başkalarında
açıkça zikredildiği gibi, Sidretu'l-Münteha'nın aslı (kökü)dır. Mukatil dedi
ki:
İki
gizli ırmak Selsebil ve Kevser' dir. Kadı İyaz (rahimehullah) da dedi ki: Bu
hadis Sidretu'l-Münteha'nın kökünün yerde olduğuna delildir; çünkü Nil ve Fırat
onun aslından (kökünden) çıkmaktadır. (2/224)
Derim
ki: Onun bu söylediğinin böyle olması gerekınemektedir. Aksine bunun anlamı,
ırmakların onun kökünden çıktığı sonra da yüce Allah'ın murad ettiği şekilde
yol aldıktan sonra yerden çıkıp, yerde yollarına devam ettikleridir. Ne akıl,
ne de şeriat buna engel değildir. Hadisin zahirinden anlaşılan da budur. O
halde bunun kabul edilmesi gerekir. Allah en iyi bilendir.
Şunu
da bilmek gerekir ki, "Fırat"ın yazılışında sonr harf hem vasıl, hem
vakıf hallerinde açık te ile yazılır. Bu her ne kadar bilinen meşhur bir husus
ise de çoğu kimsenin bunu yanlış olarak he (yuvarlak te) ile söyledikleri için
buna dikkat çektim. Allah en iyi bilendir.
el-Beytu'l-Ma'mur
Cebrail
(aleyhisselam)'ın: "İşte bu el-Beytu'l-Ma'mur'dur. Buna her gün ... geri
dönmez." Metaliu'l-Envar sahibi dedi ki: İşte bu buyruk meleklerin
-Allah'ın salat ve selamı onlara- çokluğuna en büyük bir delildir. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana biri şarap, diğeri süt iki kap
getirildi. .. " Bu babın baş taraflarında buna dair açıklama geçmişti.
Burada ayrıca sözkonusu edilmesi gereken husus "isabet ettin"
lafzının anlamıdır. Yani önceki rivayette geldiği üzere fıtratı isabet ettirdin
demektir. Fıtratın ne demek olduğu da daha önce açıklandı. "Allah seninle
(ümmetinin fıtrata) isabet etmesini sağladı" ifadesinin anlamı da Allah
seninle fıtratı, hayrı ve fazileti murad etti demektir. Nitekim Arapça'da
"esabe" fiili irade etti anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Biz de emriyle yumuşak olarak istediği (esabe) yere
akıp giden rüzgarı emrine verdik." (Sad, 36) buyurmaktadır. Müfessirler ve
dilbilginleri ittifakla burada irade ettiği, istediği yer demek olduğunu
söylemişlerdir. Aynı şekilde el-Vahidi de dilbilginlerinin bunun üzerinde
ittifak ettiklerini nakletmektedir.
"Ümmetin
de fıtrat üzere (isabet etti)" sözü de onlar sana uyanlardır demektir. Sen
fıtratı isabet ettirdiği ne göre onlar da fıtrat üzerinde olacaklardır. Allah
en iyi bilendir. (2/225)
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) (416): "Boğazdan karın altına kadar
yardı." Karnın alt tarafında derinin inceldiği yerin adı olan
"merak" fethalı mim ve şeddeli kaf iledir. el-Cevheri bunun tekili
yoktur derken, el-Metali sahibi tekilinin "merak" olduğunu
söylemiştir.
Müslim
(rahimehullah)'ın (417): "Bana Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis
edip dedi ki. .. Yani İbn Abbas (r.a.)" isnadındaki bütün raviler
Basrahdır. Şube her ne kadar Vasıtlı ise de sonradan Basra'ya taşınmış ve orayı
yurt edinmiştir. İbn Abbas da aynı şekilde Basra' da yerleşmiştir.
Ebu'l-Niye'nin adı ise Rufey b. Mihran er-Riyahi'dir. Allah en iyi bilendir.
Bazı Peygamberlerin Fiziki Görünüşleri
Rasfılullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Musa (aleyhisselam) hakkında (418):
"Şenueli
adamlardan birisini andıran uzun boylu, esmer birisi idi" ifadesi ile
"İsa da etine dolgun, orta boylu idi" ifadelerine gelince. Şenue
bilinen bir kabiledir. İbn Kuteybe EdEbu'l-Katib' de şunları söyler: Onlara bu
isim tiksinti anlamında bu biraz Şenueli bir adamdır ifadesinden hareketle
verilmiştir. Denildiğine göre onlara bu ismin veriliş sebepleri onların
tiksinip, uzaklaşmış olmalarıdır. Cevheri dedi ki: Şenue, tiksinmek demektir.
Bu da pis şeylerden uzak durmak anlamındadır. Ezdu Şenue de buradan
gelmektedir. Onlar Yemenli bir kabile olup, onlardan olan birisinin nispetini
anlatmak için "Şenuı" denilir. (İbn Kuteybe devamla) dedi ki: İbn
es-Sikkit dedi ki: Bazen de hemzesiz Ezdu Şenuwe dedikleri de olur. O vakit ona
nispet "Şenuwı" diye yapılır.
Rasfılullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Merbu: orta boylu" sözünü
dilciler: o boyu iki adamın ortası olan yani çok uzun da olmayan, çok fazla
kısa da olmayan kişi demektir. el-Muhkem sahibinin ve başkalarının zikrettiği
üzere bunun merbu, murteba ve mürtebi, rab', rab'atun ve rabaatun diye
söyleyişleri vardır. Dişil olarak da rab'atun ve rabaatun diye kullanılır.
İsa
(aleyhisselam) hakkında onun "etine dolgun" olduğunu ifade etmesine
gelince, rivayetlerin çoğunluğunda saçı düz olarak nitelendirilmektedir.
(2/226) İlim adamları bu sebeple şöyle derler: Burada "ca'd"den kasıt
cismin ca' d olmasıdır. Bu da onun derli toplu ve yoğun olması anlamındadır
yoksa saçın dalgalı olması kastedilmemiştir. Musa (a.s.)'ın sıfatı olarak
"ca'd" hakkında ise et-Tahrir sahibi şunları söylemektedir: Bunun iki
anlamı vardır. Birincisiİsa (aleyhisselam) hakkında sözünü ettiğimiz anlamı ki
bu da cisminin yoğun olması demektir. İkincisi ise saçların dalgalı olmasını
anlatır. Birincisi daha sahihtir. Çünkü sahihte Ebu Hureyre'nin rivayetinde
onun gür saçlı bir adam olduğu da rivayet edilmiştir. et-Tahrir sahibinin
açıklamaları bunlardır. Musa (aleyhisselam) hakkında her iki anlam da caizdir.
Buna göre saçların dalgalı olması ikinci anlamda olur, oldukça kıvırcık
anlamında değil de kıvırcık ile düz saç arasında (hafif dalgalı) demek olur.
Allah en iyi bilendir.
Sebat
ve sebit (düz saçlı) iki meşhur söyleyiştir. Sibt ve sebt söylenişi de caizdir.
"Ketif (omuz)" ve benzeri kelimelerde olduğu gibi. Dilbilginleri der
ki:
Dilciler
saçın niteliği olarak bu kelime kullanılırsa dalgası bulunmayan salınan düz saç
demek olur. Ril olarak sebeta, yesbetu, sebetan diye kullanılır. Allah en iyi
bilendir.
Diğer
rivayette (418) "Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İsra'ya
götürüldüğüm gece Musa b. İmran'ın yanından geçtim" ibaresi bazı asıllarda
bu şekilde zikredilmiş, büyük çoğunluğunda ise "geçtim" anlamındaki
laflZ düşmüştür. Ama bu lafzın burada bulunması bir zorunluluktur, hazfedilse
dahi mana olarak kastedilmiş demektir. Allah en iyi bilendir.
Cehennem
Bekçesi Malik
"Ona
cehennem bekçesi Malik de gösterildi." Yani Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Malik'i gördü. Buhari'nin Sahihinde yer alan bu hadiste onun: "Ve
Malik'i gördüm" dediği sabittir. çoğu asıl nüshalarda ise
"Malik" ismi ref ile okunmuştur. Bu kabul edilmeyebilir ve böyle bir
şey Arapça' da doğru değildir ve bu bir kurala aykırılıktır, denilebilir ama
bunun ile ilgili güzel bir cevap verilmiştir. O da "Malik" lafzı
aslında mansubtur fakat yazımda elif düşürülmüştür. Muhaddisler ise bu işi
çokça yaparlar. Mesela "Enes'i dinledim" diye yazdıkları vakit
elif'siz yazarlar ama nasb halinde okurlar. İşte Malik kelimesi de böyledir.
Onu elif'siz yazmış olmakla birlikte nasb ile okurlar. Bu ise yüce Allah'ın
izniyle bu hususta yapılmış açıklamaların en güzelidir. Ayrıca bu benzeri başka
hususlara kendisiyle dikkat çekildiği faydalı bir bilgidir. Allah en iyi
bilendir. (2/227)
Allah'ın
kendisine gösterdiği birçok ayet içerisinde ona cehennemin bekçisi Malik ve
Deccal de gösterildi. "O halde onunla karşılaşacağından şüphe içerisinde
olma." (Secde, 23) Katade bunu ... diye tefsir ediyordu." Burada yüce
Allah'ın: "Şüphe içinde olma" buyruğu bazı raviler tarafından delil
gösterilmiştir.
Katade'nin
tefsirine gelince, aralarında Mücahid, el-Kelbi ve es-Süddi'nin de bulunduğu
bir topluluk bu hususta ona muvafakat etmiştir. Bunların kanaatine göre buyruk:
Musa'nın seninle kavuşmasından hiç şüphe etme, demek olur. Muhakkik
müfessirlerin ve meani alimlerinin birçoğunun kanaatine göre ise bunun manası
Musa'nın kitap ile karşılaştığından (kitabın ona vahyedildiğinden) yana şüphe
içinde olma demektir. İbn Abbas, Mukatil, Zeccac ve başkalarının kanaati budur.
Allah en iyi bilendir.
(419)
"Bize Ahmed b. Hanbel ve Sureye b. Yunus tahdis etti." Sonra hadiste:
" ... Musa'yı görür gibiyim." Bundan sonra da Metta oğlu Yunus
(aleyhisselam) hakkında: "Onu telbiye ederken gördüm" buyruğu ile
ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Onların durumu hakkındaki
rivayetlerin çoğu bunu İsra'ya götürüldüğü gece gördüğüne delildir. Bu husus
ise Ebu'lAliye'nin İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayette ve
İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu Hureyre'den rivayetinde açıkça ifade edilmiş durumdadır.
Ama bu rivayette telbiye sözkonusu edilmemiştir. (Kadı İyaz devamla) dedi ki:
Onlar ölmüş ve am el yurduolmayan, ahiret yurdunda bulunmakla birlikte nasıl
hac ediyor ve telbiye getiriyorlar diye sorulacak olursa, şunu bil ki, ilim
adamı üstatların açıkladıkları ve bize göründüğü kadarıyla buna birkaç şekilde
cevap verilebilir. Bunlardan birincisi şudur: Onlar da şehitler gibidir. Hatta
onlardan daha üstündürler. Şehitler ise Rablerinin yanında diridirler. Başka
bir hadiste geçtiği gibi haccedip, namaz kılmaları ve yüce Allah'a güçlerinin
yettiği şeyler ile yakınlaşacak amellerde bulunmaları uzak bir ihtimal
değildir. Çünkü onlar her ne kadar ömürlerini tamamlayıp, vefat etmiş iseler de
(2/228) onlar amel yurdu olan bu dünyadadırlar demektir. Nihayet dünyanın ömrü
bitip, arkasından amellerin karşılığının görüleceği yurt olan ahiret gelince,
amel de nihayete erer, kesilir.
İkinci
açıklama: Ahiretin ameli zikirdir ve duadır. Nitekim yüce Allah: "Onların
oradaki duaları Allah'ım, seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz (demek)dir.
Orada esenlik dilekleri de selamdır" (Yunus,lA) buyurmaktadır.
Üçüncü
cevap bu, İsra gecesi dışında yahut İsra gecesinin bir bölümünde görülmüş bir
rüyadır. Tıpkı İbn Ömer (r.a.)'ın naklettiği rivayette: "Ben uyurken
kendimi Kabe'yi tava! ederken gördüm" buyurmuştur. Sonra da hadisi İsa
(aleyhisselam) ile ilgili olarak anlatılanlarla birlikte zikretti. (Bk.428)
Dördüncü
cevap: Ona hayatta oldukları sıradaki halleri gösterildi ve hayatta iken
nasıloldukları, hac ve telbiyelerinin nasılolduğu ona temsili olarak
gösterildi. Nitekim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Musa'yı
görür gibiyim, İsa'yı görür gibiyim, Yunus'u görür gibiyim -hepsine selam
olsun-" buyurmuştur.
Beşinci
cevap: Kendilerini gözüyle görmemiş olsa dahi, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onların durumu ve yaptıkları ile ilgili olarak kendilerine vahiy olarak
bildirilenleri haber vermiştir. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona
ermektedir. Allah en iyi bilendir.
"Herşa
tepesi" Cuhfe yakınlannda Şam ve Medine yolu üzerinde bir tepedir.
"Etine
dolgun, kırmızı bir deve üzerinde, üzerinde yünden bir cübbe olduğu halde ...
" ifadesinde "ca' de" az önce geçtiği gibi eti dolgun demektir.
"Hulbe" Huşeym'in açıkladığı gibi liftir. Allah en iyi bilendir.
Rasınuilah
(sallallahu aleyhi ve seIlem)'in (420): "Musa'yı parmaklarını kulaklanna
koymuş olarak görüyor gibiyim. " Burada ezan ve benzeri sesi yükseltmenin
müstehab olduğu işleri yaparken, parmağın kulağa konulmasının müstehab olduğuna
delildir. Bu hükmün çıkarılması (istinbatı) ve bunun müstehap oluşu bizim
mezhebimize mensup alimlerden olsun, başkalanndan olsun bizden öncekilerin
şeriatı bizim için de şeriattır, diyenlerin görüşlerine göredir.
"Bu
hangi tepedir, dedi. Onlar: Herşa yahut Lift (tepesidir) dediler." Biz bu
kelimeyi bu şekilde "lifi" olarak tespit ettik. Kadı lyaz ve
el-Metali sahibi bu kelimenin üç türlü telaffuzunu sözkonusu etmişlerdir.
Birincisi zikrettiğim bu şekil, ikincisi "lefi", üçüncüsü ise
"lefet" söyleyişleridir. Allah en iyi bilendir.
(421)
"Mücahid dedi ki: İbn Abbas (r.a.)'ın yanında idik. .. Arkadaşınıza
bakınız." Asıl nüshalarda bu ibare bu şekildedir ve sahihtir. Hadisteki:
Dedi ki: yazılıdır sözü orada bulunanlardan birisi böyle dedi, demektir. Abdulhak'ın
el-Cem beyne's-Sahihayn adlı eserinde Müslim'in rivayet ettiği bu hadis şu
şekildedir: "Deccal'i sözkonusu ettiler ve: Gözleri arasında ...
yazılıdır" dediler, şeklindedir. Evet, Abdulhak bunu bu şekilde
"dediler" diye rivayet etmiştir. el-Humeydi'nin Sahihayn'dan
rivayetinde ise: "Deccal'in gözleri arasında kafir (yazılı olduğunu)
zikrettiler" şeklindedir. Böylelikle o "dedi, dediler" lafzını
hazfetmiş bulunmaktadır. Bütün bunlar daha önce geçenlerin sahih olduğunu
ortaya koymaktadır. Hadisteki: "İbn Abbas dedi ki:
Ben
onu (böyle dediğini) duymadım" ile kastettiği Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'dir. (2/230)
ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Vadiden inerken onu görür gibiyim"
ifadesinde "iza" edatı bütün asıllarda elif ile yazılmıştır ve bu
sahihtir. Kadı lyaz kimi ilim adamının burada elit'in yazılmasına karşı çıkarak
bunu bu şekilde rivayet edenin yanlış yaptığını söylemiştir. Kadı lyaz'ın
kendisi de böyle diyenin hata ettiğini belirterek şunları söylemektedir: Bu
böyle bir söz söyleyenin bilgisizliğini, zorlamasını, bir zorunluluk olmaksızın
cesaret göstererek yanılmasının ve sözlerin anlamlarını anlayamamasının bir
neticesidir. Çünkü burada "iza"nın elifli ile elifsiz kullanılması
arasında fark yoktur. Çünkü bu sözler onun geçmiş zamandaki inişinin halini
anlatmaktadır.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (422): "Musa (aleyhisselam)'ı uzun boylu
bir adam olarak gördüm" ibaresindeki (uzun boylu anlamını verdiğimiz)
"darb" lafzı ile ilgili olarak Kadı İyaz şunları söylemektedir:
"Bu etin çokluğu ve azlığı bakımından orta halli adam demektir ama Buhari
bu hadisin bir rivayetinde "muzdarip" lafzını zikretmiştir ki, bu da
aşırı uzun olmayan ve eti dolgun ve sıkı olmanın zıt anlamlısıdır. Ama birinci
yani "darb" rivayetinin daha sahih olma ihtimali vardır. Çünkü öbür
rivayette (423): "muztarip dediğini zannediyorum" demiştir.
İşte
bu rivayet hem şüphe ihtiva ettiği için, hem şüphe ihtiva etmeyen diğer
rivayete muhalif olduğu için zayıf bir rivayet demektir. Öbür rivayette de:
"İri cüsseli ve sebit" denilmektedir. Bu da uzun boylu anlamına
racidir. Burada "cesim" kilolu anlamında tevil edilemez çünkü
"darb"ın zırtıdır. Bu anlamıyla Deccalin sıfatı olarak gelmiştir.
Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır.
Ancak
onun "muztarip" lafzının geçtiği rivayeti zayıf kabul etmesi ve
"darb" rivayetine muhalif olduğunu söylemesi uygun kabul edilemez.
Çünkü her ikisi arasında aykırılık yoktur. Dilbilginleri şöyle demektedir: Darb
eti az adama denir. İbnu's-Sikkit el-Islah adlı eserinde el-Mücmel sahibi
ez-Zebidi, el-Cevheri ve sayılamayacak kadar başkaları hep böyle demişlerdir.
(2/231) Allah en iyi bilendir.
(Hadisin
sonunda): "Dihye b. Halife" ismi "Dahye" diye de okunur,
ikisi de meşhur söyleyiştir.
(423)
"Saçlarını taramış" Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra saçların
taranması ile ilgili açıklama gelecektir.
İsa
(aleyhisselam)'ın nitelikleri ile ilgili olarak: "Orta boylu sanki
dimastan -yani hamamdan- çıkmış gibi kırmızı tenli idi." Orta boylu
anlamındaki "rab'a"nın okunuş şekilleri ile ilgili açıklamalar az
önce geçti.
Diması
ravi hamam diye açıklamaktadır ama dilbilginlerine göre dimas gizli geçit ve
aynı zamanda sıcak ve soğuktan koruyan yapı anlamındadır. el-Herevi bu hadis
ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Bazıları burada dimasın sıcak ve
soğuğa karşı koruyan yapı demek olduğunu söylemişlerdir. Adeta o güneş görmemiş
ve böylece uyuşturulmuş gibidir, anlamına gelir. Bazıları da bundan kasıt ise
gizli geçit ve yol demektir demişlerdir. Defnetmek anlamı da buradan
gelmektedir. el-Cevheri Sihah'ındabu hadis ile ilgili olarak şöyle diyor:
"Dimas'tan çıkmış" ibaresi tazeliği ve yüzünün çokça nemli olması
bakımından soğuğa ve sıcağa karşı koruyan yapıdan çıkmış gibidir demek olur.
Çünkü onun niteliklerini anlatırken "başından su damlıyor gibi"
demektedir.
el-Metali
sahibi onun ile ilgili bu üç görüşü sözkonusu ettikten sonra şunları
söylemektedir: Dimas'ın gizli geçit demek olduğu söylendiği gibi, hamam olduğu
da söylenmiştir. Bunlar dimas ile ilgili açıklamalar. Hamamın ne olduğu zaten
bellidir, dilcilerin ittifakıyla müzekker bir isimdir. el-Ezheri,
Tehzibu'l-Luga adlı eserinde müzekker olduğunu Araplardan nakletmiş
bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Ebu
Hureyre (radıyatlahu anh}'ın naklettiği rivayet olan bu rivayette İsa -Allah'ın
salat ve selamları ona-'nın kırmızı olmakla nitelendirilmesi (2/223) ondan
sonra gelen İbn Ömer (radıyatlahu anh}'ın rivayetinde (424) esmer olarak
nitelendirilmesine gelince, Buhari, İbn Ömer (radıyatlahu anh)'dan, onun
"kırmızı" rivayetini kabul etmediğini, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in da bunu söylemediğine dair yemin ettiğini rivayet etmektedir. Yani
böyle bir şey ravinin şüphesi ve karıştırması neticesinde söylenmiştir. Bununla
birlikte kırmızının esmer olarak yorumlanması mümkündür. Bundan da gerçek
anlamıyla esmerlik ve kırmızılık değil, ona yakın ten rengi kastedilmiş olur.
Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(satlatlahu aleyhi ve setlem}'in (424): "Bir gece kendimi Kabe'nin yanında
(rüyada) gördüm ... Bu Mesih ed-Deccal'dir denildi" buyruğuna gelince;
Kabe'ye bu ismin veriliş sebebi yüksekliği ve dörtgen şeklinde oluşu
dolayısıyladır. Araplara göre dörtgen şeklindeki her bir yapı Kabe' dir.
Daireselliği ve yüksekliği dolayısıyla ona bu ismin verildiği de söylenmiştir.
Ayağın topuğuna "ka'b" denilmesi de yükselip, daire şeklini aldığı
zaman kadının göğsüne ka'b denilmesi de buradan gelmektedir.
Limme
çoğulu limem diye gelir. Cevheri: Limam diye de çoğulunun yapılacağını
söylemiştir. Ona göre limme kulak yumuşaklarından aşağıya inen saça denilir.
Omuzlara kadar ulaşırsa ona "cummeh" denilir. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'in: "Su damlıyordu" ifadesi ile ilgili olarak Kadı
İyaz diyor ki: Bunun zahiri anlamında olması yani kısa bir süre önce saçlarını
taradığı için suyu damlıyor olması ihtimali vardır. Kadı el-Bad de bu anlama
meyletmiştir. Kadı lyaz (devamla) dedi ki: Bana göre bu onun parlaklığını ve
güzelliği ni anlatan, güzelliğini ifade etmek için kullanılan bir istiaredir.
"Avatik:
omuzlar" kelimesi "atik"in çoğuludur. Dilciler bu omuz ile boyun
arasındaki yerdir, derler. el-Muhkem sahibi (İbn Side) şöyle der: Atik
-belirttiğimiz gibi- avatik, utuk ve utk olarak da çoğulu yapılır.
İsa
(aleyhisselam}'ın tavafına gelince, Kadı lyaz (rahimehullah) şöyle diyor:
Eğer
bu gözle görülmüş bir olaysa İsa hayattadır, ölmemiştir. Yani gerçek manada
tavafının önünde bir engel yoktur. Eğer İbn Ömer (r.a.}'ın rivayetinde dikkat
çektiği gibi rüyada görülmüşse, o takdirde daha önce sözkonusu edilen
ihtimaller ve rüyanın tevili ile alakalı olarak söylenenler sözkonusudur.
Kadı
dedi ki: Deccal'in Beyti tavafı ile ilgili zikredilenler de buna göre
yorumlanır ve bunun bir rüya olduğu kabul edilir; çünkü Sahihte onun Mekke'ye
ve Medine'ye giremeyeceği belirtilmektedir. Bununla birlikte Malik'in
rivayetinde Deccal'in tavafını sözkonusu etmemektedir. Bununla beraber onun
Medine'ye girmesinin ona yasak oluşu, onun fitnesinin ortaya çıkacağı zamandır
da denilebilir. Allah en iyi bilendir.
"Mesih"
İsa (aleyhisselam) ile Deccal'in sıfatıdır. İsa'ya Mesih deniliş sebebi
hususunda ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. el-Vahidj' dedi ki: Ebu Ubeyd ve
el-leys bunun İbranice aslının meşiha olduğu ve Arapların bunu Arapçalaştırarak
lafzını değiştirdikleri kanaatindedir. Nitekim Araplar İbranice aslı Muşa yahut
Mişa'yı Musa olarak söylemişlerdir. Bu sıfatı (Mesih) Arapçalaştırıp,
değiştirdiklerine göre onun iştikakı (türediği kökü) yoktur. (el-Vahidl) dedi
ki: İlim adamlarının çoğunluğu ise bunun müştak (türemiş) olduğunu
söylemişlerdir. Aynı şekilde ondan (Vahidj"den) başkaları da cumhurun
görüşüne göre bu sıfatın türemiş olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyledikten
sonra bu kanaatte olanlar ihtilaf halindedirler. İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle
dediği nakledilmektedir: O elini ne kadar musibetli bir hastalığa yakalanmış
kişiye sürdüyse (mesh ettiyse) mutlaka iyileşmiştir.
İbrahim
ve İbnu'l-A'rabi de Mesih sıddık demektir. Düztaban olup, ayağında çukurluk
olmadığından dolayı ona bu sıfatın verildiği de söylenmiştir. Zekeriya onu mesh
ettiği için onun yeryüzünü mesh etmesi yani kat etmesi, çok yürümesi
dolayısıyla bu sıfatın verildiği gibi annesinin karnından kendisine yağ mesh
edilmiş (sürülmüş) olarak çıktığı, doğduğu zaman bereket ile ona mesh edildiği
için, şanı yüce Allah onu mesh ettiği yani güzel bir hilkate sahip olarak
yarattığı için bu sıfatın verildiği söylendiği gibi, başka sebepler de
söylenmiştir. Allah en iyi bilendir.
Deccal ve Ona Mesih Denmesinin Sebebi
Deccal'e
gelince, ona bu ismin veriliş sebebi bir gözünün silme kör oluşudur. Bir diğer görüşe
göre tek gözü kör olduğu için ve bu şekilde tek gözü kör olana
"Mesih" denildiği için ona böyle denilmiştir. Kıyamet alameti olarak
çıkacağı zaman yeryüzünü mesh edeceği (dolaşacağı) için ona böyle denildiği
gibi, başka açıklamalar da yapılmıştır.
Kadı
İyaz der ki: Bütün raviler ihtilafslZ olarak İsa'nın sıfatı olarak fethalı mim
ve kesreli tek sin ile söyleneceğini belirtmişlerdir. Ancak Deccal hakkında
bunun telaffuzu ihtilaflıdır. Çoğunluğu İsa gibi "Mesih"tir der ve
laflZ itibariyle aralarında fark olmadığını söyler ama İsa bir hidayet mesihi,
deccal ise bir dalalet mesihidir. Bazı raviler ise deccal için bunu kesreli mim
ve şeddeli sin ile "missih" diye rivayet etmişlerdir. Birden çok kişi
de böyle söylemiştir. Ancak noktasız ha değil, noktalı hı ile olduğunu ifade
etmişlerdir. Bazıları ise kesreli mim ve şeddesiz sin (misih şeklinde)
söyleneceğini de ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
"Deccal"
adı ile ilgili açıklama ise mukaddime şerhinde geçmiş bulunmaktadır.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in deccalin nitelikleri arasında: "OLdukça
kıvırcık saçlı" ibaresinde "katat" kelimesi kaf ve tı harfleri
fethalıdır. Meşhur olan budur. Kadı İyaz der ki: Biz bunu birinci tı'nın
fethalı ve kesreli okunuşu ile rivayet etmiş bulunuyoruz. İleri derecede
kıvırcıklık anlamındadır. el-Herevi dedi ki: "Ca' d" erkeklerin
niteliği olarak övgü de olabilir, yergi de olabilir. Vergi anlamında
kullanılacak olursa birincisi çok kısa, diğeri cimri olmak üzere iki anlamı
vardır. Ca' du'l-yedeyn ve ca' du'l-esabi': eli sıkı (parmakları yumuk) cimri
demektir. Eğer övgü anlamıyla kullanılırsa bunun da biri hilkati sağlam ve
güçlü, diğeri ise saçının dalgalı olması demektir. Bu da bir övgü olur; çünkü
düz saç çoğunlukla Arap olmayanlarda görülen bir vasıftır. Kadı İyaz der ki:
el-Herevi' den başkaları da şöyle demektedir: Ca' d, Deccal için bir yergi
sıfatıdır. İsa (aleyhisselam) hakkında ise övgü vasfıdır. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sanki dışan fırlamış (patlak) bir üzüm
tanesi imiş gibi sağ gözü kördür" buyruğuna gelince, bu ibaredeki (dışarı
fırlamış, patlak tane anlamını verdiğimiz) "tafiye" kelimesi hemzeli
(tafie) ve herrızesiz (tafiye) olarak rivayet edilmiştir. Hemzeli rivayete göre
ışığı, feri gitmiş demek olur. Hemzesiz rivayete göre ise dışarı fırlamış ve bu
fırlamış hali açıkça ortada olan (patlak) demektir. Diğer taraftan burada sağ
gözünün kör olduğu belirtilirken, bir başka rivayette "sol gözünün
kör" olduğu belirtilmektedir. Müslim bu iki rivayeti de kitabının sonunda
zikretmiş ve her iki rivayet te sahihtir.
Kadı
İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Biz bu kelimeyi hocalarımızın çoğunluğundan
herrızesiz (tMiye) olarak rivayet etmiş bulunuyoruz. Çoğunluğunun sahih kabul
ettiği de budur. Aynı şekilde Ahfeş'in benimsediği de budur. Bu da diğer
taneler arasından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibi patlak demektir.
(Kadı
İyaz devamla) dedi ki: Bazı üstatlarımız da bunu hemzeli (tMie) diye
zaptetmişlerdir. Diğer bazıları bunu kabul etmemekle birlikte bu kabul etmeyişin
haklılığı yoktur. Hadis-i şerifte gözünün silme kör olduğu söylenmiş, ne çukur,
ne de patlak olup, gözü tamamıyla kapalı ve silme olmakla da
nitelendirilmiştir. İçindeki suyu akıp gittiği zaman ise üzüm tanesinin
niteliği aynen budur. İşte bu hemzeli rivayetin sahih olduğunu ifade eder.
Diğer
hadislerde "gözü patlak ile bir yıldız gibi" bir başka rivayette
"bir duvardaki bir balgamı andıran dışarı fırlamış bir göz bebeği"
şeklindeki nitelemelere gelince, bütün bunlar hemzesiz rivayetin sahih olduğunu
ortaya koyar. Bununla birlikte hadislerin bir arada açıklaması ve bütün
rivayetlerin sahih olarak doğru bir şekilde anlaşılması şöyle ce mümkündür:
Tamamen
kapalı, silme, çukur da olmayan, patlak da olmayan gözü kör ve hemzeli okuyuş
ile "tafie" olan gözdür. Bu da bu rivayette geldiği gibi onun sağ
gözüdür. Diğer taraftan dışarı doğru fırlamış, patlak ve bir yıldızı andıran
duvarda bir balgama benzeyen nitelemeleri ise hemzesiz olarak "tMiye"
olan gözdür. Bu da diğer rivayetteki gibi sol gözdür. İşte bu husustaki
hadisler ile hemzeli ve hemzesiz rivayetlerin bir arada anlaşılıp, telif
edilmesi bu şekilde olur. Yani o hem sağ, hem sol gözü a'ver (arızalı)
birisidir; çünkü bu gözlerin her birisi böyledir. Zira (Arapçada) a'ver kusurlu
olan her şey için kullanılır. Özellikle de göz ile ilgili olan için söylenir.
Deccal'in iki gözü de kusurlu ve a'verdir. Birisi tamamıyla olmadığından dolayı
a'ver (kör)dir, diğeri ise kusurlu olduğu için a'verdir.
Kadı
İyaz'ın sözleri burada bitiyor. Bu açıklamalar son derece güzeldir. Allah en
iyi bilendir.
(425)
"Bize Muhammed b. İshak el-Müseyyebi tahdis ettL" (2/235) Muhammed,
bir dedesine nispetle böyle anılır. Adı Muhammed b. İshak b. Muhammed b.
Abdurrahman b. Abdullah b. el-Müseyyeb b. Ebu's-Saib Ebu Abdullah el-Mahzuml'
dir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz yüce Al/ah'ın bir gözü kör
değildir. Şunu bilin ki Mesih Deccal'in sağ gözü kördür" buyruğu şu
demektir: Şanı yüce Allah sonradan ortaya çıkmış özelliklerden ve bütün
eksikliklerden münezzeh olmakla birlikte, Deccal yüce Allah'ın yarattıkları
ndan sureti eksik bir yaratıktır. Dolayısıyla sizin bunu iyice bilmeniz ve bunu
insanlara öğretmeniz gerekir. Böylelikle Deccal'in hayalden ibaret
gösterecekleri ve beraberinde bulunacak fitnelere kimse aldanmamalıdır.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Gördüklerim arasında ona en
çok benzeyen kişi İbn Katan'dır." Buradaki "gördüm" anlamındaki
fiili te harfi hem ötreli, hem fethalı olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (Ötreli
olursa birinci tekil şahıs olarak gördüm, fethalı olursa ikinci tekil şahıs
olarak gördün anlamında). Her iki anlam da açıktır. (2/236)
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in (427): "Allah Beytu'l-Makdis'i bana
gösterdi. .. " Onu bana açıkça gösterdi, demektir. "Beytu'l-Makdis"
ile ilgili söyleyişler ve türediği kökler ile ilgili açıklamalar bu babın
baştaraflarında verilmişti. "Ayetler"inden kasıt ise onun alametleri,
belirtileridir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (428): "Başından su damlıyordu" damlayıp,
akıyordu "yahut döküıüyordu."
(429)
"Benzeri kesinlikle sıkılmadığım kadar sıkıldım." (2/237) Cevheri:
"Kürbe (sıkıntı)" nefsi etkileyen gam demektir. "Kerb" de
aynı anlamdadır. Keder ve üzüntüsü ağırlaşıp, artacak olursa "kerabehu
el-gam" denilir.
Rasuiullah
(sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Kendimi nebiler -Allah'ın salavatı
onlara- topluluğu arasında gördüm ... Namaz vakti geldi onlara imam
oldum." Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Musa ve İsa -ikisine de selam
olsun'nın tavafı sözkonusu edilince, onların namazıarı ile ilgili verilecek
cevap da geçmiş bulunmaktadır. (Devamla) dedi ki: Burada namaz, zikir ve dua
anlamında da olabilir. Zikir ve dua ise ahiret amellerindendir. Eğer: Musa
(aleyhisselam)'ı kabrinde namaz kılarken görmekle birlikte Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Beytu'l-Makdis'te onlara nasıl namaz kıldırdı, semavatta
mertebelerine göre onlarla nasıl görüştü, nasılona selam verdiler, ona hoş
geldin dediler denilecek olursa cevap şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in Musa (aleyhisselam)'ı kırmızı kum tepesi yanındaki kabrinde (namaz
kılarken) görmesi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in semaya çıkmasından
önce ve Beytu'lMakdis'e doğru giderken görmüş, sonra da Musa (aleyhisselam)'ın
kendisinden önce semaya çıkmış olduğunu görmüş olma ihtimali vardır. Aynı
zamanda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nebileri görüp, onlarla
kendilerini ilk gördüğü o halde onlara namaz kıldırmış sonra ona soru sorup,
hoş geldin demiş olmaları ihtimali de vardır. (2/238) Yahut onlarla bir araya
gelip, onlara namaz kıldırması ve Musa'yı görmesi ayrılıp, Sidre-i Münteha'dan
dönüşü sırasında da olmuş olabilir. Allah en iyi bilendir.